Avrupa Rüyasından Tekno-Feodal Gerçekliğe: Brüksel’in Dağılış Hikayesi
- Yuşa Kaymakçı

- 9 Ara
- 3 dakikada okunur

Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesi; otoriter ve aşırı sağ rejimlerin yönettiği Avrupa devletlerinin savaşlarla birbirini tüketmesinin ardından, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu yıkıcı döngüyü kırma ve ortak değerlere dayalı bir birlik olma çabasına dayanıyordu. Gelişme sürecini tamamlamış ve on yıllarca süren savaşların sorunları çözmediğini gören Avrupa devletleri, "artık savaş değil ticaret" diyerek yeni bir yola girdi. Bu vizyon, AB’yi halkların refah ve huzurunu korumak adına küresel bir "kural koyucu" haline getirdi. AB regülasyonları on yıllarca dünya ekonomisine yön verdi; Avrupa gibi devasa bir pazardan dışlanmak istemeyen her üretici, Brüksel’in kurallarına uymak zorunda kaldı.
Ancak günümüzde değişen dünya dengeleri, AB’yi korumacı duvarlarını yükselten ABD ile dünya ticaretini domine etmeye çalışan Çin arasında sıkıştırmış durumda. Bu cendere içinde Birlik, iç üretimini ve savunma güvenliğini sağlamak amacıyla sürekli yeni regülasyonlar üretiyor; fakat bu refleks, paradoksal bir şekilde AB’yi giderek daha otoriter bir yapıya dönüştürüyor. Brüksel, üye ülkelere kesintisiz kurallar ve stratejiler dayatarak devletlerin özgün politikalar izlemesini engelliyor. Bu merkeziyetçi baskıdan ve bitmek bilmeyen bürokrasiden bunalan İngiltere, çözümü birlikten ayrılmakta buldu. Benzer şekilde Almanya ve Fransa’da da Brüksel’in dayatmalarına karşı ulusalcı ve muhafazakâr politikaları savunan aktörlerin yükselişi hız kazandı.
Avrupa tarihine bakıldığında, yönetim erkini elinde tutan gücün sürekli olarak Kilise, Krallar ve Feodal Beyler arasında el değiştirdiği görülür. Bu güç değişimlerini tetikleyen ise genellikle büyük dış tehditlerdir. Örneğin Orta Çağ’da Emevi Devletinin güçlenerek Avrupa sınırlarını tehdit etmesi, kralların mutlak otoritesini zayıflatmış ve savunma ihtiyacı feodal yönetimleri doğurmuştur. Bugün benzer bir tehdidi Rusya teşkil ediyor. Rusya’nın birliğin sınırlarındaki saldırgan tutumu Brüksel’in güvenlik otoritesini sarsarken, Çin ise birliğin ekonomik dengelerini altüst ederek Brüksel’i her yönden köşeye sıkıştırmış durumda.
Otoritesi zayıflayan, Çin ve Rusya tarafından kuşatılan Brüksel, kurtarıcı hamleyi Batılı ortağı ABD’den bekliyordu. Ancak Trump’ın sahneye çıkışıyla birlikte AB’ye sırtını dönen bir Washington yönetimi, Brüksel’de şok etkisi yarattı. Anlaşılan o ki Brüksel, tüm stratejisini ABD’de Demokratların kazanacağı bir senaryo üzerine kurmuştu. Öyle ki Elon Musk, AB’nin Trump’ın seçim kampanyasını sansürlemesi için kendisine resmi yazı gönderdiğini ifşa ederek, Brüksel’i açıkça "baskıcı" olmakla suçladı. AB’nin, birlik karşıtı propaganda yapanların susturulması için üye devletlerin güvenlik güçlerine baskı yapması ve içişlerine müdahale etmesi, liberal "Avrupa Birliği rüyasının" geldiği otoriter noktayı gözler önüne seriyor.
Son olarak Elon Musk ile yaşanan kriz, Brüksel’in yeni dünya düzenine ayak uyduramadığının ve kontrolü kaybettiğinin ilanı oldu. AB’nin, Dijital Hizmetler Yasası (DSA) çerçevesinde X platformuna yönelik baskıları ve olası cezaları karşısında Musk, AB’yi özgürlük düşmanı ilan etti ve Avrupa uluslarının yeniden özgürleşmesi için birliğin dağılması gerektiğini savundu. ABD Başkan Yardımcısı, Ticaret Bakanlığı ve birçok senatörün Amerikan şirketlerini koruyan ve AB’yi eleştiren açıklamaları, ABD’nin artık AB regülasyonlarını Amerikan büyümesinin önünde bir engel olarak gördüğünü kanıtlıyor. Elon Musk gibi medya ve iletişim ağlarını elinde tutan, birçok devletten daha büyük bütçelere ve etki gücüne sahip "Tekno-Feodal Lordlar", Brüksel’e resmen savaş açmış durumda.
Elon Musk ile yaşanan bu kriz hafife alınmamalıdır; bu durum basit bir ceza tartışması veya şımarık bir zenginin gurur meselesinden ibaret değildir. Musk, geniş kitlelerin desteğine sahip bir figür olarak Almanya’da yükselen AfD, Fransa’da güçlenen Le Pen ve Hollanda’da Wilders gibi aşırı-sağcı ve AB şüphecisi liderlere açık destek veriyor. Tekno-feodal beyler, AB’nin hantal yapısından kurtularak Avrupa’yı teknoloji altyapılarını serbestçe kurabilecekleri, daha rahat hareket edip kâr edebilecekleri bir pazar haline getirmek istiyor.
AB’nin katı bürokrasisi yüzünden ABD’li rakipleriyle yarışamayan Avrupalı şirketler ve inovasyonun önünün açılmasını isteyen Avrupa halkı da bu yeni düzeni destekleyebilir. Bu senaryo, AB’nin mevcut haliyle tamamen tasfiyesi anlamına gelecektir. AB, artık sadece dış rakipleriyle değil, kendi içindeki değişim talebiyle de savaşıyor. Eğer Brüksel, bu "Modern Derebeyleri" ile uzlaşamaz ya da kendi hantal yapısını esnetemezse; Avrupa'nın geleceği, merkezi bir birliğin değil, teknoloji devleriyle işbirliği yapan bağımsız ulusların şekillendirdiği parçalı bir yapıya evrilecektir. Bu da Avrupa Birliği'nin, kendi bürokrasisinin ağırlığı altında çöküşü demektir.






Yorumlar